Atatürk ile ilgili gerçekleri kim niye sansürledi?
Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cemil Koçak, Türk Tarih Kurumunun Atatürk ile ilgili bazı gerçekleri sansürlediğini ifade ediyor.
Peki, neden? Türk Tarih Kurumu gibi bir kurum neden Mustafa Kemal Atatürk‘ü sansürleme gereği duyar?
Bu sorunun cevabı Atatürk‘ün şartlara ve zamana göre sürekli fikir değiştiren pragmatist bir siyasetçi olmasından kaynaklanıyor.
Yani, Atatürk’ün 1919 yılında durduğu siyasi ve ideolojik pozisyon ile 1926 yılında durduğu siyasi ve ideolojik pozisyon aynı değil, hatta bazen birbirinin zıttı sayılacak kadar farklılıklar da söz konusu. İşte tam da bu yüzden Türk Tarih Kurumu, Atatürk ile ilgili bazı gerçekleri sansürleme yoluna gitmiştir.
Türk Tarih Kurumu ve Atatürkçü kesim, aslında gerçekte hiç olmamış olan ideal bir Atatürk profili yaratma endişesi taşıdığı için ideal gördükleri Atatürk ile uyuşmayan gerçekleri ya yok sayma ya reddetme ya da sansür yoluna gitmişlerdir.
Prof. Dr. Cemil Koçak bunun nedenini şu sözlerle açıklar:
“Çünkü farklı konjonktürlerde farklı Atatürkçülük versiyonları var. Herkesin kendine göre içini doldurabileceği boş bir kutudan bahsediyoruz. Atatürk’ün aynı konuda farklı yaklaşımları var. Eğer Atatürk’ün siyasetçi olarak söylediği bir söz, o günkü konjonktüre uymuyorsa sansür ediliyor.”
“Bir siyasetçi, yerine ve zamanına göre aynı konuda farklı şeyler söyleyebilir, kurduğu ittifakları değiştirebilir. Bu, siyasetin doğasında var. Atatürk’ün de farklı zamanlarda aynı konuda farklı görüşleri var. Atatürk’ün de farklı zamanlarda aynı konuda farklı görüşleri var,” diyen Prof. Dr. Cemil Koçak buna örnek olarak şu detayı anlatır:
“Mesela Atatürk’e Osmanlı devletinin Birinci Dünya Savaşı’na girmesi hakkında ne düşünüyorsunuz diye soruyorlar. 1919’da sorduklarında “Savaşa girilmemesi diye bir ihtimal yoktu” diyor. Çünkü Atatürk o zaman İttihatçılarla birlikte davranmak zorundaydı ve onları koruyor. Zaman geçiyor, Cumhuriyet kuruluyor. Aynı soru yine soruluyor. İttihatçılar için, “Bunlar cahildir. Birinci Dünya Savaşı’na girip memleketin altını üstüne getirdiler” diyor. Atatürk’ün Sovyetler Birliği’yle ilişkisini ve sözlerini alın, emperyalizme ve kapitalizme karşı çıkan çok Bolşevik Che Guevera tarzı bir Atatürk kurabilirsiniz kafanızda. Ama aynı Atatürk camiden çıkıp Meclis’i açıyor. Hocalarla birlikte dua ederek kurbanlarla, besmelelerle Meclis’i açıyor. Meclis Osmanlı’da böyle hiç açılmadı.”
“Atatürk’ün meşhur Medeni Bilgiler kitabındaki dinle ilgili bazı sözleri sansürlenmiş. Atatürk bu kitabında, “İslam Arapların dinidir… Biz ise Türküz… İslam bizi geriletti… Bizden uzak dursun” havasında bir söz ediyor. 1930’larda söylenmiş bir söz bu. Bizim için hangi Atatürk geçerli, bunu söyleyen Atatürk mü, Meclis’i duayla açan Atatürk mü? Atatürk gidip camide halka hutbe de okuyor. Balıkesir’de bir camide konuşuyor. Yapacaklarını, İslam da bunları emrediyor diye anlatıyor. Atatürk ondan sonra hiç camiye gitmiş mi? Gitmemiş.”
Prof. Dr. Cemil Koçak’ın, Türk Tarih Kurumunun Atatürk ile ilgili bazı gerçekleri sansürlemesine verdiği örneklerden bir diğeri de Kürt meselesidir: “Atatürk’ün 1923’te İzmit’te basın mensuplarıyla yaptığı çok uzun bir görüşme var. Atatürk orada Kürt meselesine değiniyor. 1960’larda Atatürk’ün söylev ve demeçleri toplanırken, o tarihte gazetelerde yayımlanmış olan konuşmasının bu bölümü çıkarılıyor. O konuşmasında Atatürk, Milli Mücadele’nin başında da, Teşkilat-ı Esasiye’de de olduğu gibi ‘Kürtlere yerel özerklik, otonomi ya da ona benzer bir şey verilecek,’ diyor. Zaten “Türk milleti” ve “Bu memlekette Türkler yaşar” tanımlaması da 1925’teki Şeyh Sait isyanından sonra ortaya çıkıyor.”
“Şeyh Sait isyanı dönüm noktasıdır. Bu isyanın ikili bir yüzü var. Kürtler hem Cumhuriyet’in reformlarına karşı ayaklanıyorlar, hem de bir Kürt milliyetçiliği ayaklanmasını gerçekleştiriyorlar. 1925’e dek Atatürk Meclis’teki konuşmalarında, “Türk, Kürt, Çerkez hepimiz İslam’ın unsurlarını oluşturuyoruz” diyor. 1925’ten sonra ise “Türkiye’de yaşayan herkes Türk milletidir, herkes Türktür. Cumhuriyet’i Türkler kurdu” deniyor. Yani, “Herkes kendine Türk diyecek ve Türkçe konuşacak” deniyor. Oysa Atatürk’ün 1925’e kadar bir Türk tanımı yoktu. Kanunlarda da Türk tanımı yoktu, çoğu zaman “Türkiye halkı” diye geçiyordu ve Atatürk de çok defa böyle diyordu.”
“Şeyh Sait ayaklanmasının temel nedeni, bu ittifakın bozulmasıdır zaten. Bu ittifakın bozulmasına tepkidir ayaklanma. Kürtleri yanına alarak verdiği Milli Mücadele’yi başarıyla sonuçlandırdıktan sonra Atatürk, bir siyasetçi olarak Kürtlerin desteğine ihtiyacı kalmadığını düşündü. Bu ittifakı, ileride yapmak istediklerine engel olarak görmeye başladı ve muhtemelen de kafasında nihai hedef olarak Kürtlere özerklik vermek gibi bir şey yoktu. Onun nihai hedefi bizim bugün anladığımız üniter devletti. Aslında Atatürk’ün Kürt sorununa bakışı, bugünkü resmi politikadan farklı değildi.”
Bu açıdan bakıldığında Atatürk, zamanında desteklerini alabilmek için Kürtler’e çeşitli vaatlerde bulunmuş ve onlarla ittifak kurmuştur. Ancak savaş sona erip tek adam olarak güçlü bir konuma gelince verdiği bu vaatleri ve ittifakı yok saymıştır. Şeyh Sait İsyanı da esasen bu ittifakın yok sayılması nedeniyle ortaya çıkmıştır.
Prof. Dr. Cemil Koçak’ın verdiği örnekler ve bilgiler sayesinde bu soruyu cevaplamış olduk. Türk Tarih Kurumu, Atatürk’ün birbiriyle çelişen bu tür söylemlerini sansürlemiştir. Böylece bugün her Kemalist’in ya da Atatürkçü’nün zihninde yer edinmiş olan kusursuz ve ideal bir Atatürk profili yaratılmak istenmiştir. Nitekim günümüzde Atatürk’ü tanrılaştıran bir kesimin varlığı düşünüldüğünde, Türk Tarih Kurumunu’nun bu amacında kısmen de olsa başarılı olduğu görülüyor.
Kaynak: Prof. Dr. Cemil Koçak bianet.org