Naim Babüroğlu TSK emeklisidir. Yani, orduda asker olarak görev yapmış ve bu görevden emekli olmuştur.
Naim Babüroğlu son dönemde medyada sık sık görünür olmaya başladı. Babüroğlu’nun söylemlerinde dikkatimi çeken detay birçok Türkçü kemalistte olduğu gibi örtülü bir Kürt karşıtlığı olması.
Bu yazıda Naim Babüroğlu’nun Kürtler’e bakışı üzerinde durulacaktır.
Naim Babüroğlu 30 Ekim 2023 tarihinde Fatih Altaylı‘nın YouTube yayınına katılmıştı. Babüroğlu bu programda İsrail-Filistin çatışmasında Hamas’ın terör örgütü ilan edildikten sonra İsrail’in Filistin ile mücadelesinin nasıl değiştiğini anlattıktan sonra konuyu Türkiye’nin Kürt sorununa getirdi.
Naim Babüroğlu Arap-İsrail sorununun zamanla İsrail-Filistin sorununa indirgenmesine ardından da İsrail-Hamas sorununa indirgenmesine dikkat çekiyor ve şu minvalde konuşuyor: “Hamas, Batı dünyası tarafından terör örgütü olarak tanınıyor. İsrail’in Araplar ile olan çatışmayı bu şekilde zamanla bir terör örgütü olan Hamas ile mücadeleye indirgemesi İsrail’in elini güçlendirdi. Böylece Filistin’deki sorun “İsrail, terör örgütü ile mücadele ediyor”a evrilmiştir. Bu algı, İsrail’in stratejik bir başarısıdır. Zira oluşturulan bu algı neticesinde Filistin ortadan kaldırılmıştır.“
Irak’taki Kürt Federe Yönetiminin varlığına karşı çıkan Naim Babüroğlu’nun Türkiye’nin Kürt sorununda İsrail’e benzer bir strateji geliştirmesi gerektiğini ima ettiği söylenebilir. Yani “Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır” denilerek Türkiye’deki Kürt gerçeği PKK ile sınırlandırılarak yok sayılacak, böylece Türkiye’de sanki Kürtler temel insan haklarından mahrum değilmiş gibi bir algı oluşturulacak. Kürt realitesini red ve inkar etmeyi öngören bu Türkçü kemalist zihniyet, Kürt sorunundan bahsederken sorunu “PKK ve terör” gibi terimlerle dillendirip Kürt sorununu marjinalleştirecek bir dil ve strateji geliştirilmesi gerektiğini öngörüyor.
Kısaca, Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır denilerek Kürtler’in anadil vb temel insan haklarına cevap verilmediği gibi Kürtler’in haklı ve meşru talepleri de hem yerel hem de uluslararası çapta “terör” gölgesinde yok sayılmak isteniyor. Naim Babüroğlu Kuzey Irak Kürt Yönetimini Türkiye’ye bir tehdit olarak görerek Kürt sorununu yok saymak isteyen bu zihniyeti savunanlardan biri olduğu izlenimi uyandırıyor.
Naim Babüroğlu, ABD’nin Irak savaşında Türkiye’nin Kuzey Irak’ta bir Kürt yapılanmasına engel olamamasını hayıflanarak anlatıyor. Yani bu zihniyet Türkiye sınırları dışında ve PKK ile hiçbir bağı olmasa bile her türlü Kürt devletine karşı çıkıyor. Bu yüzden Türkiye’nin Güney’inde bir Kürt devleti yerine Arap devletinin varlığı destekleniyor.
Neden? Çünkü bu zihniyet tarafından bağımsız bir Kürt devleti Türkiye için bir tehdit olarak görülüyor. Evet, Türkiye’nin Güney’inde bir Arap devletinin olması sorun olmuyor ama federe bir Kürt devletinin olması sorun oluyor! Kuzey Irak Kürdistan Federe idaresi PKK’lı mı? Hayır. Terörist mi? Hayır. Ancak Türkçü kemalist kesime göre, sadece PKK değil, her türlü legal Kürt yapılanması da Türkiye için tehdit niteliği taşıyor. Babüroğlu da bu zihniyette biri izlenimi uyandırıyor. Yani, her türlü Kürt yapılanmasını Türkiye için bir tehdit olarak gören zihniyet.
Almanya ve Fransa hem Birinci Dünya Savaşı‘nda hem de İkinci Dünya Savaşı‘nda birbirleriyle savaşmış ve bu savaşlarda on binlerce Fransız ve Alman hayatını kaybetmiştir. Aynı Fransa ve Almanya İkinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra bir araya gelip aralarındaki düşmanlığa son vermiş ve bugünkü Avrupa Birliği çatısı altında birlik olmuşlardır. Neticede hem Fransa hem de Almanya kazandı. Bugün dünyanın birçok ülkesi Avrupa Birliği‘ne gıpta ile bakıyor.
Kürtler ve Türkler arasında bu kadar büyük bir düşmanlık olmamasına rağmen, neden Kürtler ve Türkler’in Kuzey Irak örneğinde olduğu gibi sınır komşusu olacağı bir durumdan korkuluyor? Türkiye sınırları dışındaki bir Kürt devleti neden Türkiye için tehdit olarak görülüyor? Türkiye Cumhuriyeti Kürtler’in anadilini yasaklamayan, Kürtler’e anadillerinde hizmet veren bir devlet olunca hem Türkler hem Kürtler’in kazanacağı ortada iken Türkler ile Kürtler arasında düşmanlığı körüklercesine Kürt varlığını red ve inkar eden bir politika benimsemek kimin faydasına olur?
E-Reçete sistemine 5 dil eklendi | Kürtçe Yok ama İngilizce, Arapça, Rusça, Almanca ve Fransızca var
Yazıyı oku
NOT: Kürtler birkaç grup dışında Sevr Anlaşması’nı hiçbir zaman kabul etmedi. Kürtler de Sevr Anlaşması’na karşı Türkler ile birlikte savaştı çünkü Kürtler de Türkler gibi Doğu’da bir Ermeni devleti istemiyordu. Zira Sevr Anlaşması’nın öngördüğü Kürdistan Devleti, Kürdistan coğrafyasının küçük bir kısmını kapsıyordu. Yine Sevr Anlaşması Kürtler’in yaşadığı Doğu vilayetlerini Ermeniler’e vermeyi öngörüyordu. Bu nedenle Kürtler, Sevr Anlaşması’nın uygulanmaması için Kurtuluş Savaşı’nda işgal güçlerine karşı savaşmışlardır.
Naim Babüroğlu’nu dinlerseniz genelde Kürt ve Kürtler demek yerine “Barzani ve PKK” gibi ifadeler kullandığına şahit olabilirsiniz. Bu tutumun temel amacı, Kürt sorununu “Barzani ve PKK” gibi Türkiye toplumu nezdinde marjinal terimlere indirgemek. Yani Kürt sorununu marjinalleştirmek… Tıpkı İsrail’in İsrail Arap çatışmasını İsrail-Hamas çatışmasına indirgemesi gibi…
Oysa Kürt sorununun başladığı 1920’li yıllarda PKK yoktu. Peki, Babüroğlu “Sevr hayalini hiç unutmadılar” diyerek kimleri kast ediyor? Kürtler’i mi? Kürtler’in Sevr Anlaşması’nı istemediğine yukarıda zaten kısaca değindik.
Kürtler, Lozan Barış Anlaşması‘nda kandırıldıkları için bu anlaşmaya hoş bakmadıkları söylense -doğru olmasa da- belki mantıklı olurdu. Zira, Lozan Barış görüşmelerinden önce ve Lozan Barış görüşmeleri sürecinde Kürtler’e “Türkler ve Kürtler’in birlikte kurucu unsur olduğu ortak bir vatan” vaadi verilmiştir.
NOT: 1923’te Türk heyetine destek vermeleri için Lozan Barış görüşmelerine iki Kürt milletvekili de gönderildi. Atatürk‘ün talimatıyla Lozan Konferansı’na giden bu iki Kürt milletvekili (Prinçzade Fevzi Bey ve Zülfüzade Zülfü) Lozan Konferansı’nın azınlıklar bölümüne alınarak “Biz Kürtler, Türklerle kardeşiz, ayrılmak istemiyoruz, aramızda bir fark yoktur” dediler ve Konferans salonunu terkederek Ankara’ya geri gönderildiler.
Ancak Lozan Barış Anlaşması imzalandıktan sonra Kürtler’in yaşadıkları Süleymaniye, Erbil, Kerkük ve Musul gibi topraklar anavatan dışında bırakıldı. Yine Lozan Barış Anlaşmasından sonra tepeden inme bir şekilde kabul edilen 1924 Anayasası ile Kürtler’e karşı red ve inkar politikası güdülmeye başlanmıştır. Bu red ve inkar politikası yüzünden Kürt nüfusun yoğun olduğu Kerkük ve Musul’un geri alınması hayali de hiçbir zaman gerçekleşememiştir. Zira Kürtler’in kendilerini red ve inkar eden bir rejimi istemesi akıl karı değildi.
1924’ten Günümüze Musul ve Kerkük: Musul, Kerkük, Erbil ve Süleymaniye’de Demografik Durum
Yazıyı oku
Barzani ailesinin Türkiye ile yakın ilişkileri olmasına rağmen, Barzaniler kah İsrail ile olan bağlar üzerinden kah Kürtler’in menfaatini istemeleri üzerinden Türkiye kamuoyunda marjinalleştiriliyor. Zira Türkçü kemalist zihniyet için sağ olan Kürtler arasında en iyi Kürt, Kürtlük bilinci olmayan Türk üst kimliğini benimsemiş Kürt’tür.
Kürt nefretini saklama endişesi olmayan Zafer Partisi Eski Genel Başkan Yardımcısı İsmail Türk gibiler için “En iyi Kürt ölü Kürt” olduğu için yukarıda “sağ olan Kürtler arasında” deme ihtiyacı duydum.
Nisan 2024’te TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, yeni anayasa çalışmalarına değinirken 1921 Anayasasına atıfta bulununca Türkçü kemalist kesim hop kalkıp hop oturmaya başladı. Bunlardan biri de Naim Babüroğlu idi.
1921 Anayasası Kürtler’in de millî irade olarak katıldığı bir anayasa olduğu için Kürt karşıtı Türkçü gruplar bu anayasaya karşıdır, tıpkı Naim Babüroğlu gibi…
1921 Anayasası, 1924 Anayasası gibi tepeden inme değil toplumsal gerçeğe dayalı bir anayasadır. 1921 Anayasasını rafa kaldıran 1924 Anayasası muhafazakar Türk ve Kürt toplumunda karşılığı olmayan kemalizmin ürünüdür.
Türkiye Cumhuriyeti laik bir hukuk devletidir. 1921 Anayasasına yapılan atıflar laiklik kazanımına saldırı amacı taşımaz. (Bu talepte bulunan küçük gruplar olması genellemeyi bozmaz.) 1921 Anayasasına yapılan atıflar, tek adam rejimi ve kemalizmin başlattığı Kürtler’i red ve inkar politikası gibi antidemokratik uygulamaların 21. yüzyılın demokrasi ve insan hakları ruhuna uygun olarak ortadan kaldırılması gibi demokratik amaçlar içerir. Türkçü kemalistlerin Kürtler’e karşı güttüğü Kürtler’i yok sayma siyasetini 1921 Anayasası özelinde “şeriat, saltanat, halifelik” gibi kılıflar ardına saklamalarına dikkat çekmek isterim.
Naim Babüroğlu gibilerin derdi 1921 Anayasasındaki saltanat, hilâfet ya da şeriat uygulamaları değil, Kürt milletinin hak ettiği üzere temel insan haklarına kavuşmasıdır. Kürtler temel insan haklarına kavuşacak diye korkuyorlar. Yoksa ne saltanat geri gelir ne hilafet ne de modern Türkiye Cumhuriyeti gerici bir şeriat ülkesi olur.
Olsa olsa Türkiye Cumhuriyeti Kürt vatandaşlarının dilinden korkmayan normal modern demokratik bir ülke olur. İşte Türkçü kemalistlerin derdi de bu. Kürtler’in temel insan haklarına kavuşmaları…
1921 Anayasasından korkan Türkçü kemalist kesimin sürekli olarak dillendirdiği anayasanın değiştirilemez maddeleri 1982 anayasası ile kabul edilmiş maddelerdir. Yani bu maddeler bir madde hariç darbeci askerlerin ürünüdür.
Yani esasında anayasanın değiştirilemez tek maddesi “Türkiye devleti bir cumhuriyettir” hükmünün yer aldığı maddedir. Diğer maddelere yönelik “değiştirilemez” statüsü Cunta rejiminin ürünüdür.
PKK kime hizmet ediyor?
Yazıyı oku